Ekonomist Selva Demiralp, Milliyet gazetesindeki köşesinde "Bankalar çok mu kar ediyor?" sorusuna yanıt aradı. Para ve Bankacılık dersinin girişinde öğrencilere finansal piyasaların ve bankacılığın günlük hayatı nasıl etkilediğini anttıklarını ve bankaların tasarrufları yatırımlara kanalize etmek yoluyla ekonominin çarklarını döndürdüğünü belirten Demiralp, bankacılık sisteminin sokaktaki insanın refah seviyesiyle doğrudan ilişkili olduğuna dikkat çekti ve finansal sistemi gelişmiş ülkelerde faizlerin düşük olduğunu ve daha az teminatla kredi alınabildiğini ifade ederek ABD'den örnekler verdi ve yazısını şöyle sürdürdü; "

"Örneğin, ABD’de bir genç üniversiteden mezun olup işe girdikten kısa bir süre sonra 30 senelik krediyle evini alıp, kira öder gibi ev sahibi olabilir. Bizde ise ev sahibi olmak yılların birikimini gerektirir. Yani iyi oturmuş bir bankacılık sistemi bireyi bekletmeden, gelecekteki gelirinden borç alarak harcamalarını zamana yaymaya izin verir.

Türkiye’de bankacılık sistemi 2001 krizi sonrası önemli bir dönüşüm geçirdi. Benzer bir kriz yaşanmaması için sistem sıkı bir denetime tabi oldu. IMF ile imzalanan stand-by anlaşması, Derviş döneminde uygulamaya konulan yapısal reformların devam ettirilmesi, AB ile müzakere sürecinin hızlanması doğrudan yabancı yatırımları hızlandırdı. Bu yatırımlar özellikle bankacılık sektörüne aktı. Sistemin gelişmesi, finansal piyasaların derinleşmesi, kâr eden bir bankacılık sisteminin sağlam temeller üzerinde yükselmesi toplumsal refahı artırıp büyümeye katkı verdi. Peki, bankalar aşırı kâr ediyor olabilir mi?

Rakamlar ne diyor?

Geçtiğimiz haftanın gündeminde bankaların kârlılık oranı vardı. Kimi yorumcu bankaların çok kâr ettiğini ve sistemi sömürdüğünü ileri sürerken, kimisi mevcut kâr oranlarının makul seviyelerde olduğunu dile getirdi. Bankaların çok ya da az kâr ettiklerine neye göre karar vereceğiz?

Öncelikle kârlılık oranını nasıl ölçeceğimize karar verelim. Dünyada yaygın bir şekilde kullanılan kârlılık ölçüsü bankanın koymuş olduğu öz kaynağa oranla ne kadar kâr ettiğini gösteren ROE (Return on Equity) ölçüsü.

Öz kaynak kârlılığı değerine baktığımızda, Türkiye için son dönemde yüzde 15 üzerine çıkmış bir rakamdan bahsediyoruz. Tek başına değerlendirdiğimizde, öncelikle yüzde 10’luk enflasyon oranını bu nominal getiriden düşmemiz lazım. Çünkü koyduğunuz sermayeden enflasyonun üzerinde bir kâr etmezseniz net getiriniz olmaz. 

Şimdi yüzde 15’lik ROE değerini benzer gelişmekte olan ülkelerle kıyaslayalım. NYU’dan Aswath Damodaran’ın yaptığı hesaplara göre Ocak 2017 itibarıyla gelişmekte olan ülkelerin bankacılık sistemi yüzde 14 ile yüzde 19 arasında bir öz sermaye kârlılığı değerine sahip. Riskin daha az olduğu gelişmiş ülkelerde kârlılık oranının da azalması beklenir. Nitekim oran ABD’de yüzde 9 civarındayken Avrupa’da yüzde 4-yüzde 7 aralığında seyrediyor. Avrupa için oldukça düşük olan bu kârlılık oranının ise otoriteler tarafından bir endişe unsuru olduğunun altını çizmek lazım.

Bu çerçeveden baktığımızda, son dönemde artmış da olsa bankalarımızın öz sermaye kârlılıklarının benzer risk profiline sahip gelişmekte olan ülkelere kıyasla yakın seviyede olduğunu görüyoruz. Üstelik bizim enflasyon seviyemizin gelişmekte olan ülkeler arasında da yukarıda olduğunu unutmayalım."