TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik;"İhtiyaç duyduğumuz şey; tutarlı ve verimli üretimi destekleyen, rekabet gücümüzü ve refahı arttıracak reformist ekonomi politikaları, çağdaş bir eğitim anlayışı, dünyayla bütünleşmemizin önemini kavrayan bir dış politika, evrensel kurallara bağlı işleyen bir yargı sistemi ve yolsuzlukla mücadele endeksinde yükselen bir ülke olmaktır. Bunları gerçekleştiren ve başarılarını etkili bir iletişim metoduyla dünyaya anlatabilen bir Türkiye, kısa sürede, yeniden olumlu ve gıpta edilecek bir örnek ülke haline gelecektir. Yaşadığımız günlerin yarattığı karamsarlıkları aşacağız; umudumuzu asla yitirmeden yolumuza devam edeceğiz. " dedi.
TÜSİAD'ın Ankara'da düzenlediği Yüksek İstişare Konseyi toplantısına Başbakan Binali Yıldırım da katıldı. YİK toplantısında TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan'ın yanı sıra TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilcik de konuşma yaptı.
"Yarını planlarken, zaman zaman geçmişten bugüne taşınan sorunlar da tüm şiddet, belirsizlik ve bazen de tatsızlıklarıyla hayatımızı etkilemeye devam ediyor." diyen Bilecik şöyle konuştu,"Çok iyi biliyoruz ki, Türkiye, zor dönemlere alışık bir ülke! Zorluklara antremanlıyız! Böyle dönemlerde, özellikle iş insanları olarak bizim, umutlu olmak için şartların iyileşmesini beklemek gibi bir lüksümüz yok. Bu toprakların insanının her türlü zorluğun üstesinden gelecek gücü vardır. Çünkü bu ülke, sadece üç tarafı denizlerle çevrili bir kara parçası değil, dört bir köşesinde güzel yürekli ve cesur insanların yaşadığı bir vatandır!"
Konuşmasında diğer ülkelerdeki durumu da özetleyen TÜSİAD Başkanı Bilecik;"Tüm bu gelişmeler doğrudan ya da dolaylı şekilde Türkiye’yi ve Türk iş dünyasını ilgilendiriyor. Özellikle teknoloji ve bunun ekonomik sonuçları açısından, yeni bir dünya şekilleniyor. Yeni bir küresel iş bölümünün eskizleri ortaya çıktı bile. Avrasya entegrasyonu bunun önemli bir parçası. Türkiye olarak bu yönelimleri daha iyi kavrayarak gereken düzenlemeleri yapmalıyız. Aksi taktirde yeni çağın fırsatlarını kaçırma riskiyle karşı karşıya kalırız."diye konuştu.
Bilecik, iklim değişikliği konusunda ise tüm ülkeler, hep birlikte hareket etmezse gezegenin giderek bir felakete doğru sürükleneceğini, bu nedenle düşük karbonlu kalkınma yönündeki politikalara odaklanılması gerektiğini söyledi. Konuşmasında Türkiye’nin AB üyelik sürecindeki gerginlikle müzakere sürecinin fiilen donmuş durumda olduğuna dikkat çeken Bilecik, ABD ile ilişkiler ve Reza Zarrab davasıyla ilgili şunları söyledi;"70 yıllık müttefikimiz ABD’ye gelecek olursak; maalesef ilişkilerimiz bir sorunlar yumağı haline gelmiş durumda. Her iki ülke vatandaşlarının vize alma imkanlarının kısıtlanması bugünkü ortamın panzehiri olmaktan çok uzaktır. Aksine bu durum, toplumlar arasındaki gerilimi arttırmaktadır. Son haftalarda gündemin en önemli maddelerinden birisi de elbette Reza Zarrab davasıdır. Davanın başlamasına kadar geçen süre boyunca Reza Zarrab’ın asıl sanık olması bekleniyordu. Mevcut durumda ise, Zarrab, iddia makamının tanığı olmuştur. Açıklamalarının bir kısmı ülkemizi derinden sarsmaktadır. İfadelerden, İran devleti adına çalıştığı anlaşılan bu kişinin yargılanması, elde fırsat varken Türk yargısı tarafından gerçekleştirilmemiştir. İşte, bizim açımızdan hayıflanılması gereken en önemli nokta budur. Bu yaşananlar, kamuoyuna bir şeyi kesin olarak göstermiştir. O da; her zaman ısrarla vurguladığımız hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığının önemidir."dedi.
Dış politikada son zamanlarda "yalnız" ve "çatışmacı" bir görüntü sergilendiğini, içeride ise hukuk sistemi ve yargı mekanizmasındaki kaygı ve şüphe yaratan bir tablo bulunduğunu belirten Bilecik "Bu durum, özellikle OHAL döneminde maalesef aleyhimizde kuvvetlendi. 21.yüzyıl Türkiye’si, tutuklu gazeteci, siyasetçi, akademisyen ve sivil toplum temsilcileri ile anılan bir ülke olmamalı. Özgürlük-güvenlik dengesinde sürekli olarak güvenlikten yana tercih kullanmak, güvenliği sağlamak için eksik bir yaklaşım olabilir. Güvenlik ve özgürlüğün, birbirleriyle çelişen değil birbirini tamamlayan öncelikler olduğu bilinciyle hareket edilmesi, milli menfaatlerimiz ve küresel rekabet gücümüz açısından kilit öneme sahiptir." dedi.
Bilecik, OHAL ile ilgil olarak ise şunları söyledi;"Bu alanda yapılacak her iyileştirme, hem içerde hem de dışarda ekonomik aktörler tarafından çok olumlu karşılanacaktır. Terörle mücadelenin tamamında TÜSİAD başta olmak üzere, tüm iş dünyası sivil toplum kuruluşları devletimizin yanındadır. Terörle mücadelede hiçbir taviz vermeden, OHAL uygulamasının yeniden gözden geçirilerek, Türkiye’nin hızla normale dönmesi gerektiğine inandığımı paylaşmak isterim. Bu konuda Fransa’da OHAL’in kalkması sürecinde uygulanan yapıya bakmamız gerekir."
Türkiye'nin kriz sonrası dönemde uyguladığı büyüme politikasının ucuz ve bol sıcak paraya dayalı, tüketim ve kamu harcamaları ağırlıklı bir politika olduğunu söyleyen Bilecek şöyle konuştu; "Verimlilikten çok, talebi arttırma yönlü politikalar uygulandı. Bu yaklaşım, finansal göstergelerimizde bozulmaya ve kırılganlıklarımızın artmasına neden oldu. Bu kırılganlıklar, AB başta olmak üzere pek çok ticari ortağımızla yaşanan gerilimlerin yarattığı olumsuz algıyla da birleşince, maalesef ülkemize yönelik risk algısı kötüleşti. Birkaç gün önce açıklanan enflasyon oranına özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum. Bugün, bize benzer gelişmekte olan ülkelerin çoğu bu sorunun üstesinden gelmiştir. Bugün bu ülkeler, %3-4 civarında bir enflasyona sahipken, Türkiye’de enflasyonun %13’e, hatta gıda ve enerji hariç enflasyonun bile %12’ye varmış olması kabul edilir gibi değil. Hepimiz biliyoruz ki, enflasyon ile mücadelenin temeli, mali disiplin ve sıkı para politikasıdır. Merkez Bankaları, refah ve büyüme yaratma kurumları değildir. Anayasada da belirtildiği üzere, Merkez Bankası’nın temel görevi fiyat istikrarını sağlamaktır. Bizi fiyat istikrarından uzaklaştıran her politika ekonomimize uzun vadede zarar verir. Şunun kesin olarak altını çizelim: Ekonomi literatüründe maalesef “yüksek enflasyon ve yüksek büyüme” diye bir ikili yoktur. Bu tür büyüme sürdürülebilir değil, hemen her zaman geçicidir."
Konuşmasında "Peki biz geleceğe ne kadar hazırız? Bu yeni küresel büyüme dönemine Türkiye nasıl girecek? Müttefikleri ve ticaret ortakları ile gerilimli, dostları azalmış bir ülke olarak mı?" diye soran Bilecik, bu soruyu maddeler halinde şöyle yanıtladı;
- Biz, geleceğe böyle girmek istemiyoruz. Bizim hayalini kurduğumuz çok güçlü bir Türkiye var.
- Biz kutuplaşmak-ayrışmak değil, birlikte çalışmak, birlikte yaşamak istiyoruz.
- Yenilenerek, güçlenerek, rekabet gücümüzü arttırarak büyümek istiyoruz.
- Küresel dönüşüme ayak uyduracak, yaratıcı, yeniliklere açık, özgür, girişimci nesiller istiyoruz.
- Kadınlarımızın erkeklerle eşit şartlarda işgücüne katıldıkları, eğitimleri konusunda önlerine engel çıkarılmayan, şiddete maruz kalmadıkları ve tüm potansiyelleriyle ülkemizin geleceğini kurmaya ortak oldukları bir ülkede yaşamak istiyoruz.
- Toplumlar, kadına verdiği değer ölçüsünde gelişir. Çünkü; “Toplumun yarısını oluşturan kadınların gücünü her alana dahil etmeden ekonomik, insani ve sosyal kalkınmada sıçrama yapmak mümkün değildir.”
- Adaletin herkes için sağlandığı güçlü bir hukuk devleti istiyoruz. Herkesin kendini korkusuzca ifade edebildiği bir özgürlük ortamı istiyoruz. Yapılan en küçük haksızlık, toplumun tümüne yapılmış sayılır. Bu nedenle, “Adaletin kuvvetli, kuvvetlilerin de adaletli olmaları gerekir.”
- Bu hedeflerde birleştiğimizde hiçbir gücün bizi durdurabileceğine inanmıyorum. Bugün tartışmamız gereken “faizin seviyesi, doların ateşi” değildir. Bugün tartışmamız gereken, geleceğimizdir. Ve söz konusu bu ülkenin geleceği olduğunda, kaybedecek bir saniyemiz bile yoktur.
-TÜSİAD olarak birçok konuda olduğu gibi, Dijital Dönüşüm, 4.Sanayi Devrimi, İnovasyon, Sürdürülebilirlik gibi konularda da çalışmalarımızı kamuoyuyla paylaşıyor ve yaygınlaştırmaya çalışıyoruz.
- Dijital dönüşümün her şeyi kökten değiştirdiği bir çağda, gelecek nesilleri bu yüzyılın gereklerine uygun şekilde yetiştirmek zorundayız. Bu zorunluluk, doğal olarak eğitim sistemimizle ilgili beklentilerimizi de yukarıya çekiyor. Zira, bizden sonraki nesillerin, dünyadaki çağdaşlarından geride kalmalarına tahammül edemeyiz. Bu aynı zamanda, Türkiye sanayisinin, ekonomisinin ve geleceğinin körelmesi anlamına da gelecektir. Şüphesiz, böyle bir seçenek asla söz konusu olamaz!
- Gençlerimize olan borcumuz; onları geleceğe en iyi şekilde hazırlamaktır. Gençlerimizin üreten ve girişimci bireyler olmaları, dünyadaki yaşıtlarıyla rekabet etmeleri için onlara gerekli beceri ve donanımı kazandırmaktır. Eğitimde fırsat eşitsizliğini ortadan kaldırmak üzere tüm okullarımızda kaliteyi topyekûn arttırmaya yönelik somut adımların ortaya konarak, şeffaf ve hesap verebilir şekilde takip edilmesi kritik önemdedir. Çünkü; eğitim bir ülkenin geleceğinin güvencesidir.
- Bir dönem, hükümetimizin büyük riskleri göze alarak Kürt meselesinde başlattığı açılımı, geçmişteki olumlu ve olumsuz tüm tecrübeler ışığında yeniden gündeme getirmeye ihtiyaç var. Türkiye, dünyada, içerdeki adalet, eşitlik ve özgürlük sorunlarını hallettiği ölçüde güçlü ve prestijli olacaktır. Terörün yol açtığı dehşet duygusu ve öfke, Kürt meselesinin bir vatandaşlık, hukuk ve demokrasi sorunu olarak varlığını bize unutturmamalıdır. Güneyimizdeki referandum da göstermiştir ki bağımsızlık ve sınırların değişmesi bir seçenek hatta ihtimal bile değildir.
- Bizim kesinlikle yeni bir ekonomik kalkınma öyküsüne ihtiyacımız var! İhtiyaç duyduğumuz şey; Tutarlı ve verimli üretimi destekleyen, rekabet gücümüzü ve refahı arttıracak reformist ekonomi politikaları, çağdaş bir eğitim anlayışı, dünyayla bütünleşmemizin önemini kavrayan bir dış politika, evrensel kurallara bağlı işleyen bir yargı sistemi ve yolsuzlukla mücadele endeksinde yükselen bir ülke olmaktır. Bunları gerçekleştiren ve başarılarını etkili bir iletişim metoduyla dünyaya anlatabilen bir Türkiye, kısa sürede, yeniden olumlu ve gıpta edilecek bir örnek ülke haline gelecektir. Yaşadığımız günlerin yarattığı karamsarlıkları aşacağız; umudumuzu asla yitirmeden yolumuza devam edeceğiz.