Sanat müziğini modernize ettiğ Develerle Yaşıyorum albümünün ardından ikinci uzunçaları Hologram İmparatorluğu'nu çıkaran Gaye Su Akyol, rock ve arabesk elementlerini şarkılarına serpiştirerek hayran kitlesini artırmaya devam ediyor.

Öyleki festivaller, önemli mekanlar derken yurt dışında Roskilde Festival’de de sahne alan Akyol, Wire, The Guardian ve Rolling Stone gibi prestijli basın yayın kuruluşlarında hakkındaki övgü dolu makele ve haberlerde 'İstanbul'un yeni sesi" olarak yorumlandı. 

Gaye Su Akyol’un türler arası bir zaman yolculuğuna çıkaran, uzayın derinliklerinde develerle yaşatan Hologram İmparatorluğu’nun tahtına kurulmuş şarkıları, kozmik bir canlı performansla 23 Kasım Perşembe günü Sabancı Gösteri Merkezi'nde

sevenleriyle buluşacak.

GAYE SU AKYOL KİMDİR?

Gaye Su Akyol, 1985 yılında İstanbul'da doğdu. Müzisyen, ressam ve antropolog. Ama O bu etiketlerin hiçbirini kabul etmiyor ve "Ünvanlar çok sınırlı. Hiçbiriyim. Bu sıfatları üstüne giydiğin anda kapladığın alanı daraltmaya başlıyor, korse gibi..." diyor.

1985 İstanbul'da doğdu. Yeditepe Üniversitesi'nde Sosyal Antropoliji bölümündenden 2007 yılında mezun olan Gaye Su Akyol,  kariyerine çocukluğundan itibaren Ressam babası Muzaffer Akyol'un etkisiyle resim, edebiyat ve müzik ile iç içe büyüdü. Üniversiteden mezun olduğunda kariyerine ressam olarak devam etti. Yurt içi ve yurt dışındaki sergilerde yer alan Gaye Su Akyol, babasıyla birlikte de sergi açtı. 

Sanatçı 2014 yılında ise ortaokul yıllarından itibaren içinde olduğu müziğe yeni bir soluk getirmeyi başardı.

İlk solo albümü Devlerle Yaşıyorum 2014 yılında çıkardığında klasik Türk müziğini modern zamanlara uyarlamasıyla dikkat çekti.

Gaye Su Akyol, kendisiyle yapılan bir söyleşide neden sanat müziği sorusuna şöyle yanıt vermişti; "Bedri Rahmi akademide öğrencilerine “Sarımsak yiyen sarımsak kokar” dermiş. Bu da o hikaye işte. 80’lerde gözümüzü açtık, Nalan Altınörs’ler, Yıldırım Bekçi’ler, TRT 1, radyolar.. Zeki Müren o dev yüzükleriyle bir yandan, Müzeyyen Senar efelenerek öbür yandan.. Hayatta duyduğun ilk şeyler bunlar. Rakı sofrası adabından tut da kelime oyunlarına kadar, bütün bunların metafor olarak ya da anlam olarak birleştiği bir nokta olarak görülebilir klasik Türk müziği. Usüllerde, kelimelerde, anlatımda müthiş bir zenginlik var. Osmanlı saray ekolünden tut, Dede Efendi’lere, Münir Nurettin Selçuk, Avni Anıl’lara kadar bu adamların kelime ve üslubuna baktığın zaman hem divan edebiyatı, hem aşık edebiyatı var, hem de kimi eserlerde modernize edilmiş bir dil hakim. Gözümüzü açtık, bunları duyduk. Dayımla bir yandan Deep Purple, Jimi Hendrix dinlerdik, biraz daha büyüyünce Nirvana, Sonic Youth... Evde ‘Ah Tut-i Mucize Guyem’lerden ‘Bir İlkbahar Sabahı’na hep bunlar çalardı. Cumhuriyet sonrası dönem, Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, 60’lar, 70’ler, uzay çağı, 80’lerde doğudan batıya yaşanan göç, fantazi arabesk etkileşimleri, synthesizer kaynaklı TSM şarkıları derken olay iyice fantastik yerlere gidiyor. “Rüyalarda buluşuruz” ya da “Yıldızlara baktırdım fallarda çıkmıyorsun” filan ne acayip sözler.. Ee işte bilinçaltında bunlar olunca ‘Develerle Yaşıyorum’ gibi bir albüm çıkıyor ortaya."