Koca gar binasının içindeki sabah yoğunluğu bir süre sonar Nebiye’yi yutarken Simitçi Hacer, uzun uzun baktı Nebiye’nin arkasından. Sanki bir şey söyleyecekmiş de söyleyememiş gibi. “Neyse dönünce söylerim,” gibi başını salladı. Sonra, “Hiç dönmeyecek ki,” dercesine gözleri garın sabah ışıklarına takıldı kaldı. Çok değil ama...

“Ver bakalım abla şuradan bize iki simit,” diyen yorgun ve coşkulu yolcu çiftin gencecik sesine kadar. Genç kadının adının Serin olduğunu duydu duymasına ama bu ad, nedense Hacer’e o anda hiçbir şey ifade etmedi. Konuşmaları da... “O kadar çok aradım ki, ne oldu acaba...” diye gara karışan cümleyi ise duymaması mümkün değildi. Ancak o sırada garı çınlatan bir polis sireni her şeyi sise buladı. Görüntü buğulandı, sesler tozlandı.

Nebiye, temizlik takıntısı olan bir edebiyat öğretmeni. Her yerde toz görüyor, sildikçe çoğalıyor toz, peşini bırakmıyor. Tozdan kaçarken tozla kaplanıyor Nebiye.

Müge İplikçi Sil Baştan’da silinip yeniden yazılan kaderlerin diyarından bir kesit sunuyor bize. O kaderlerde hepimize ait bir ses ve o sese dair sözcükler var. O sese yazılmış falların bile zaman zaman çaresiz kaldığı bir gerçekliğe sarsıcı diliyle katılıyor İplikç

Hüzünlü bir hikâye... bir o kadar da muzip.

....

Yazar Müge İplikçi, Medyaskop'ta yapılan söyleşide son kitabı Sil Baştan ile ilgili konuştu. 

Nebiye nasıl biri?

Nebiye, orta sınıf, belli donanımlara sahip olan, eğitim okumaksa evet, ama her zaman kendini haklı gören insanlardan. Öyle olduğu zaman bir yere varmak mümkün değil. Nebiye bunu kafasında çok da dolandıran bir karakter değil. Sürekli kendini mağdur gören, en büyük yoksunlukları kendisinin yaşamış olduğunu içselleştiren bir karakter. Ama şu da var, aslında kendi hayatında da çok ciddi kırılmalar var bunu teslim etmek lazım fakat o kadar tuhaf bir yerde duruyor ki o büyük kırılmaların aslında bugünkü halini oluşturduğunun farkında değil. Belki onlarla yüzleşebilse özlediğimiz diğer insanlarla buluşması da kendiliğinden gelecek.

Kurgu itibarıyla bakıldığında post modern yanları var kitabın. Okur bunu ucu açık bir kitap olarak bulacaktır.


 

Kitabın ortaya çıkış hikayesi neydi?

Ankara Gar patlaması, o dönem yaşadığımız infilakların en büyüğüydü. Yazar olarak buna karşı nötr kalaladım. Kültürel anlamda moleküllerimize ayrıldığımız bir patlamadır o bence. İşin ilginç yanı bugün o patlamayı hala hatırlamayan insanların olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Barış adına yaptığımız tüm mücadelenin orada param parça edilmek istenildiğine dair mesajı hatırlamak konusunda hala eksiklerimiz mevcut. Buna karşı küçücük bir ünlem koymak istedim kitapta. Bu patlama olana kadar iç patlamalarımız neler, patlayamayan şeyler nelerki düşüncesiyle kitabın başına oturdum.

Ben o dönemde arka arkaya gelen o savrulmalarımızla, mesela Suruç- gencecik çocukların katledilmesi, üzerine sünger çekilmesi noktasında da çok kırıldım. İnsanlar ölüyor. İnsanlar öldükten sonra bu yaftalamanın korkunçluğuna etiketler bulan bir zihniyetin içimizde dolaşması bile geldiğimiz yer açısından bana çok ürkütücü geldi. Oradaki gencecik çocukların hayatları orada bitti. Bu ülkede gençlerin ölmesi yeni değil. Umarım sonu olmuştur diyesim var bu bakış açısıyla devam edilirse süreç tamamlanmadığı, biz farkında varmadığımız sürece daha da tekrarlanacak endişesi içindeyim. İçimde inanılmaz bir kavrulmuşluk vardı. Bir de damıta damıta, uzun uzun yazıp daha da filtreleyerek, işin özeti bu demek gibi bir noktam var.

Neden Sil Baştan?

Hem pozitif hem negatif olarak okunabilir bu başlık. Bir başka sayfa açalım artık. Onu bunu suçlamak yerine, biz nerede kaldık, hep aynı yerde sayıp duruyoruz sorusu çok önemli. Her şey yine aynı olmak zorunda mı? Silip baştan alıyoruz, tamamen aynısıyla karşılaştığımız bir sonuç. Değişmeyi göze alırsak dönüşüm de gelecek. Etrafını değiştirmek yerine, ben ne yapabilirim, ben nasıl değişirim? Kahraman değişirse baht değişir, yaralar değişir.

Yazarken zorlandınız mı?

Bu kitabı taşımak kolay değil. Konusu itibarıyla ağır bir kitap. Ama umarım kolay okunur. Yazarken çok zorlandım. Zaman zaman mizahla destekledim, o dönemde kaybettiğimiz bütün insanlara saygımı göndermek istedim. Ama keşke yaşıyor olsalardı da ben bu kitabı yazmasaydım.