TÜSİAD 2016 yılının ikinci Yüksek İstişare Konseyi toplantısını, 1 Aralık Perşembe günü (bugün) Ankara Sheraton Oteli'nde gerçekleştirdi. Yüksek İstişare Konseyi toplantısı konuşmaları TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay ÖZİLHAN ve TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Cansen BAŞARAN-SYMES tarafından yapıldı. TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi toplantısına Onur Konuşmacısı olarak Başbakan Binali YILDIRIM katıldı.
TÜSİAD Başkanı Cansen Başaran Symes, konuşmasında Türkiye’de de yılın ilk yarısında yaşanan çalkantılar, 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı travmanın herkesi derinden sarstığını, yaklaşık 4 aydır uygulanan OHAL’in ise bazı sıkıntılara neden olduğunu söyledi.

TÜSİAD Başkanı Cansen Başaran Symes’ın konuşmasından satır başları şöyle;
-Burada iş dünyasının temsilcileri olarak toplanıyoruz. Sıkıntılarımızı sizinle tüm açıklığı ile paylaşmak isterim. Tıkanmakta olan büyüme hızından, artan işsizlikten, eksilen güvenden, dünyadaki gelişmelerin ülkemiz ekonomisi üzerindeki etkilerinden ve elbette dolar karşısında son iki ayda yüzde 15 civarında değer kaybına uğrayan paramızdan ve yol açacağı gelişmelerden bahsetmek zorundayım.
-Hükümetimizin ekonomideki sıkıntıların üzerine eğildiğini biliyoruz, iş dünyası ile tesis edilen istişare, diyalog ve paylaşım ortamını faydalı ve önemli buluyoruz. Sayın Başbakanım, ekonomi konularında yatıştırıcı mesajlarınızı ve konuların üzerine ciddiyetle gidildiğini vurgulayan beyanlarınızı elbette dikkatle ve memnuniyetle izliyoruz. Ancak zamanın giderek daha kısıtlı hale geldiğini de görmemiz gerekiyor.
OHAL GÜVEN KAYBINA NEDEN OLUYOR
-Yaşadığımız sıradışı günler ve darbe girişimi akabinde gerçekleştirilen temizlik operasyonları ülke genelinde ekonomik aktörler arasında ciddi ve derin bir güven bunalımı yaratıyor. Terörle mücadele ve darbeciliğe son verme bağlamında güvenlik kaygılarımız anlaşılır nedenlerle olağanüstü arttı. Ancak bu güvenlik kaygılarından kaynaklanan bazı OHAL uygulamaları özellikle Anadolu’da ticari hayatı olumsuz etkiliyor, ekonomide güven kaybına neden oluyor. Olağanüstü halin bir an önce kaldırılmasını, ülkenin Meclis’inin yeniden asli görevini yapmaya odaklanmasını ve KHK ile yönetimin sonuna gelinmesini bekliyoruz. Bekliyoruz, zira Türkiye’nin bir an önce normalleşmeye ihtiyacı vardır. Bunun da ancak toplumsal mutabakat zemininin yeniden oluşturulması, gerginlikleri azaltacak adımların atılması ve birleştirici bir söylemin benimsenmesi ile mümkün olabileceğini düşünüyoruz. Unutmamalıyız ki, normalden ne kadar uzaklaşırsak normalleşme de o kadar uzun ve zorlu olacaktır.
AYRIMCILIK GÖZETMEYEN İSTİHDAM POLİTİKASI UYGULANMALI
-Konsensüs ya da mutabakata dayalı bir düzene geçmenin en önemli adımlarından birisi yargının bağımsızlığının üzerine titrenmesidir. Yargıda ve tüm kamu kurumlarında liyakat bazında, ayrımcılık gözetmeyen bir istihdam politikası uygulanması gerektiğini tekrarlamak istiyorum. Ülkemizde yargıya güvensizliğin son derecede yüksek seyretmesi de bu bağlamda ivedilikle ve çok köklü bir şekilde üzerine gidilmesi gereken bir sorunun derinleştiğine işaret ediyor.
ACİLEN BİR BÜYÜME HİKAYESİ YARATMALIYIZ
-Güçlü ve adil bir hukuk sistemi olmadan, hukukun sağladığı hak, özgürlük ve mülkiyet güvenceleri korunmadan, adil bir vergi düzeni kurulmadan, kayıt dışı ekonomiyle mücadele etmeden piyasa ekonomisini hakkıyla işletmek mümkün değildir. Acilen toplumun tüm kesimlerini içine katacak, heyecanlandıracak ve harekete geçirecek bir büyüme hikayesi yaratmamız, bunu destekleyecek eğitim reformlarını, teknoloji tercihlerini, kurumsal düzenlemeleri hep beraber yapmamız gerekiyor.
-Demokratik talepleri ve demokrasinin kurumlarını bugüne kadar olduğundan daha ciddiye almayan, ekonomi politikalarının toplumsal maliyetlerini azaltmak için tedbirler öngörmeyen bir küreselleşme anlayışı artık hem küreselleşmeye hem de demokrasiye zarar verecektir.
KALKINMA HEDEFLERİ SEKTEYE UĞRAYABİLİR
-Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin müzakere sürecinin diğer hiçbir aday ülke için olmadığı kadar olağanüstü uzun sürmesinden dolayı yıprandığı bir gerçektir. Diğer yandan, Türkiye'nin AB ile ilişkilerinin kamuoyunu dalgalandıracak, muhataplarımızı da duygusal tepkilere itecek bir şekilde sürdürülmesi ülkemizin çıkarlarına uygun olmadığını düşünüyoruz. AB ile Türkiye arasındaki ilişkiler çok boyutludur. Ekonomi açısından AB ekonomik çerçevesi dışında kalan bir Türkiye’nin kalkınma hedefleri sekteye uğrayabilir.
AB yalnızca ekonomik açıdan önemli bir referans noktası da değildir. Batı’dan kaynaklanan ancak hemen tüm toplumlarda ideal veya en azından gerekli değerler olarak kabul edilen hukukun üstünlüğü, mülkiyet hakkının kutsallığı/güvence altına alınması, erkler arasında güç dengesi, yargının bireysel hakları koruması, yargılamanın insan onuruna uygun şekilde yapılması AB'nin ortak paydalarıdır.
İDAM CEZASI TARTIŞMASI SAKINCALI
-AB üyeleri içinde bunları sorgulayan siyasi akımların varlığı derin acılar sonucunda şekillenmiş bu ilkesel çerçevenin bir kenara atılacağı anlamına gelmez. Türkiye’nin de bu konularda yıllar önce verdiği doğru karardan dönmemesi gerekir. İdam cezası tartışmalarını özellikle bu bakımdan sakıncalı buluyoruz.
AP KARARI YAPICI OLMAYAN BİR TUTUM
-AB ile terörle mücadelede ortak bir dilin bulunmaması toplumumuzun çok uzun zamandır beklediği vizesiz seyahat konusunun askıya alınmasına yol açtı. Türkiye-AB ilişkileri bu nedenle bir yeni güvensizlik eşiğinden daha geçiyor. Avrupa Parlamentosu tavsiye kararı bu bağlamda toplumumuzda da sert bir tepkiyle karşılandı. Bizce de AP kararı yapıcı olmayan ve amacının tersi sonuçlar verecek bir tutumdur. İlişkilerin onarılamaz bir noktaya gelmesinin yol açacağı olumsuzlukların bir kez daha düşünülmesi gerekir. Bu söylediklerimizin ışığında iki hafta sonra toplanacak olan Avrupa Konseyi’ne ilişkilerdeki krizi aşmaya yönelik adımlar atması yönünde çağrıda bulunuyoruz. Sonuçta henüz AB siyaset sınıfı ve biz farkında olmasak da, Türkiye Avrupa’nın yeniden inşasına katkıda bulunmak zorundadır.
KAPSAYICI SİYASET CANLANDIRILMALI
- Türkiye’de patlayan terörizm bir dönem tüm toplumumuzda ciddi umutlar yeşerten sürecin askıya alınmasına yol açtı. Terörle mücadeleyi toplumsal bütünlüğümüzü ve ülkemizin dirliğini yakından ilgilendiren Kürt meselesinden ayırmalıyız. Toplumsal barışı yeniden kuracak, son dönemdeki çatışmalarda yaşanan trajediler sonucu oluşan yaraları saracak önlemleri almalı, teröre başvuranları, şiddeti kutsayanları tecrit edecek bütünleştirici bir söylem ve siyaset geliştirmeliyiz. 15 Temmuz’daki hain darbe teşebbüsünün ardından çok kısa bir süre de olsa varlığını gösteren bu kapsayıcı siyaset anlayışını canlandırmak gerekir.
TUTUKLAMA DALGALARI NORMALLEŞMENİN ÖNÜNDE ENGEL
-Kapalı bir modelle örgütlenen ve mensuplarından kendi hiyerarşisine biat talep eden FETÖ gibi sekter yapıların devlete sızmalarının bedelini neredeyse çok ağır bir şekilde ödüyorduk. Böyle bir yanlışa bir daha düşmemeliyiz. Buna karşılık terör örgütleriyle meşru mücadelenin çok ötesine giden tutuklama dalgalarının da ülkemizin normalleşmesinin önünde bir engel teşkil ettiğini düşünüyoruz.
GÜVENLİK ÖNLEMLERİ TOPLUMSAL GÜVENİ ZEDELEMEMELİ
-2016 dünya ve Türkiye için karamsarlığın arttığı bir yıl oldu. Geçmişe baktığımızda toplum olarak belli ilkeler üzerinde, hedeflere doğru mutabakat sağlayarak güç birliği yaptığımızda ciddi başarılar elde ettiğimizi gördük. Bugünkü sıkıntılarımızın temelinde bu işbirliği ruhunu yitirmenin, siyaseti sıfır toplamlı bir oyun haline getirmenin, rejimin kurucu ilkelerinin sorgulanmasının payının yüksek olduğunu düşünüyoruz. Güvenlik önlemlerinin de toplumsal güveni zedeleyici bir düzeye ulaşmamasını arzu ediyoruz.
KARAMSARLIĞI TARİHA GÖMEBİLİRİZ
-Kendi çoğulculuğumuzla barışıp, ortak hedeflere doğru birbirimizin alanına, yaşam tarzına, düşüncesine saygı duyarak işbirliği yapmayı yeniden başardığımız taktirde bugünkü karamsarlığı tarihe gömebiliriz.