Daha 3 ay önce 10 Ekim’de Ankara’da yüzün üzerinde insanımızın canına mal olan terör saldırıları aydınlatılamadan, Salı günü Istanbul’un en merkezi, en turistik bölgesinde meydana gelen bir canlı bomba saldırısı en az 10 yaşamı sonlandırdı.
Felaketlerin ne zaman ve nerede meydana geleceğini önceden bilemeyebiliriz; ancak yaşanan acı tecrübelerden ders alarak, yaşanacak felaketlerin yol açacağı hasarı azaltabiliriz.  Öncelikli olan daima, hayatın en kısa zamanda olağan akışına geri dönmesidir. Ancak yakınlarını kaybedenler, normal yaşama dönebilmek için sevdikleriyle vedalaşabilmelidir, bu da ancak ölenlerin doğru kimliklendirilerek, ailelerine teslim edilmesi ile olabilir. Ölümü kabul etmek, hukuken de insani bakımdan da gereklidir. Doğru ve güvenilir bir kimliklendirme, hem ölüm sonrasında yaşanacak yasal süreci başlatacak, hem de sevdiklerini kaybedenlerin, onları dini inançlarına uygun bir şekilde son yolculuklarına uğurlamalarına ve yaslarını tutmalarına izin verecektir.
Devlet, felaketlerin ardından yaşanacak tüm sürece bir bütün olarak önderlik etmelidir. Hayatta kalanların kaynaklarını ihmal etmeyen ve fakat ölenlerin gereksinimlerini de karşılayacak, her olay sonrasında süratle uygulamaya konabilecek bir kimliklendirme planımız olmalıdır. Yaşamını kaybedenlere yaklaşımın, hayatta kalan aile bireyleri ve hatta toplumun geneli üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğu unutulmamalıdır.
Kitlesel felaketlerde hayatını kaybedenler ile ilgili süreç, cenazelerin ve doku parçalarının olay yerinden çıkarılması ile başlayan ve ailelerin istekleri doğrultusunda, toplumun dini ve kültürel normları dikkate alınarak defnedilmeleri ile son bulan, uzun ve pek çok kurum ve kuruluşu ilgilendiren adımlardan oluşmaktadır. Bu nedenle, bu süreçte rolü olan tüm aktörler arasında eşgüdüm ve iletişimin sağlanması son derece önemlidir.
Kitlesel ölümlerin ardından kimliklendirme operasyonlarında görev alacak kişiler, olağanüstü koşullara, imkânsızlıklara, zaman baskısına, duygusal strese hazırlıklı olabilmelidir.
Bir kitlesel felakette yaşamını yitirmiş olan bir bireyin doğru olarak kimliklendirilmesi kimliklendirme ekibinin her üyesinin birincil sorumluluğudur. Bu nedenle ekip içinde görev alan her uzman hatasız sonuçlar üretmek ve ürettiği sonuçların doğruluğunu göstermekle yükümlüdür. Artan uluslararası işbirliği, birbiriyle uyumlu araştırma yöntemlerine ve sonuçların karşılaştırılabilirliğine olan ihtiyacın artmasını da beraberinde getirmiştir. Çağımızın bilimsel gelişmeleri ışığında ve ülkemizin mevcut kapasitesi göz önüne alındığında, “yakınlarına göstermek suretiyle kimliklendirme” kesinlikle kabul edilebilir bir durum değildir. Oysa günümüzde hala bu yöntemin kullanıldığı örnekleri üzülerek görüyoruz. Soma faciasında yitirdiğimiz 300’ün üzerinde madencinin kimliklendirilmesi sırasında, cenazelerin “dev” ekranlara yansıtılması, medyada “başarı” olarak lanse edilmiştir. Oysa bu benim gözümde hem bilimsel anlamda son derece hatalıdır, hem de insani anlamda ölenlerin onuruna ve kişilik haklarına yapılmış bir saldırıdır.
Ne hayatını kaybedenlerin bedenlerini alenen sergilemeli, ne de Ankara’daki patlama sonrasında yaşandığı gibi, yakınlarını arayan acılı ailelere “buzdolapları” açtırıp, cenaze aratmalıyız.
Ülkemizde kimliklendirmeler genellikle Adli Tıp Kurumunun uzmanları tarafından savcılığın görevlendirmesi üzerine gerçekleştirilir. Ancak sürecin henüz tam olarak yapılandırılmamış olması, strateji, eşgüdüm ve siyasi irade eksikliği, çalışmalarda sıkıntılara yol açmaya devam ediyor.
Bütün terör saldırıları gibi, Sultanahmet Meydanında meydana gelen patlama da dünya basınında geniş yer buldu. Ölen ve yaralananların arasında turistlerin olması, olayın diplomatik bir özellik kazanmasına neden oldu. Ölenlerin doğru kimliklendirilememesi, sadece ölenlerin yakınları için büyük bir yıkım olmakla kalmayacak, ülkemiz açısından da ciddi bir prestij kaybı olacaktır. Ben bu satırları yazarken, Kanada televizyonu patlama ile ilgili haberleri veriyor yine.
Türkiye, kitlesel felaketlerde hayatını kaybedenleri unutmamalı ve kendi yasal düzenlemelerini, koşullarını, kaynaklarını, ulusal ve uluslararası deneyimleri, yerleşik kültürel ve dini gereklilikleri göz önünde bulundurarak en kısa zamanda mutlaka bir Kitlesel Ölümlerde Kimliklendirme (KÖK) Birimi kurmalıdır.
 
Dr. Elif Günçe
Woodstock, Ontario - Kanada